Ahmet Furkan KONAKÇI Gana'dan Notlar
Gana'nın Müslüman yoğunluktaki şehri Tamale'ye yakın Yendi bölgesinde bir köye yolculuğumuz..
Gittiğimiz
köy, günümüz gelişmelerinden, yoldan, elektrikten, sudan tamamen
yoksun, bihaber bir köy. Yolculuğumuz büyük bölümü kızıl toprak üzerinde
engebeli yollarda geçiyor. Hedefimizdeki köyde, yerel bir dine inanan,
tamamen putperest geleneklere, ibadetlere sahip insanlar olduğunu
öğreniyor, hazırlığımızı bu yönde yapıyoruz. Aklımda İbrahim
Aleyhisselamin tebliği, aldığı cevap, putları yıkışı var. Allah'a,
dilime Rasulullah'in dilinden güç vermesi, Üstadımızın elinin üzerimde
olması için dua ediyorum. Bizlerden önce bu köye ulaşmış olan, tebliğ
için hizmete başlayan Gana'lı kardeşlerimizin, Halaka hocalarımızın, köy
hakkında verdikleri bilgiler, bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Gana'lı
kardeşler 200 kişilik olan bu köyden 30 kadar kişinin Müslüman olmasına
vesile olmuşlar. Daha önce köylerinden hiç çıkmayan, hayatları
köylerinden ibaret olan bu insanlara, dünyanın öteki ucundan gelen,
farklı tende, farklı dilde kardeşlerinin de varlığını göstermek, bu
köylerdeki yeni Müslüman kardeşlerimizle de hemhal olmak bir diğer
amacımız.
Köye ulaşıyoruz. Köyün girişinde bizi bir grup karşılıyor. Onlar, İslam
ile daha önce şereflenmiş kardeşlerimiz. Onlarla kucaklaşıyor,
hediyelerimizi sunuyoruz. Konuştukları dil, bizlerin konuştuğu dilden
başka, birbirimizle iletişimimiz, bakışmak ve gönülle oluyor. Kimi
çocuklar, daha önce hiç görmedikleri beyaz adamı, dokunarak tanımaya
çalışıyorlar. 'Allah sizlerden razı olsun' diyorum, Allah, yolu
dahi olmayan bu köye tüm zorluklara rağmengelen, İslamı onlara
anlatandan razı olsun. Onları buraya gönderenden, onları buraya
göndereni gönderen Üstadımızdan Allah razı olsun.
Bu
sırada köyün putperest insanları da etrafımızı sarıyor. İslamın ne
büyük bir güzellik olduğunu bu anda görüyorum. Bir ay kadar önce İslam
ile şereflenmiş bu insanların yüzleri, giyimleri, tenleri, kokuları
değişmiş. Nurun siyah hali oluvermişler. 'Aman Yarabbi, dinin ne büyük, ne büyük bir şeref sana kul olmak' diyorum.
Sonrasında
'köyün ihtiyar heyetinin bizleri görmek istediği' haberi geliyor.
'Onlara tebliğde bulunulacağı' söyleniyor köy hocamız tarafından. Hemen
yanlarına gidiyoruz. 5 kişilik bir grup, 60-70 yaslarında. Köy
şartlarında, kendi 'tahtlarına' kurulmuşlar, bizleri bekliyorlar. Onlara
yaklaşınca, putperest bir toplumun Firavunlarını görüyorum. Yanlarında
dini ibadetlerini yerine getirmek için alkollü içki şişesi (ibadetlerinin bir bölümü toprağa içki dökmek seklinde),
ve çeşitli yeşillikler görüyorum. Bizleri alkışlarla, çeşitli seslerle
karşılıyorlar. Öncelik hediyelerini kabul etmek ve hediyeler sunmak.
İçmemiz için getirilen suyun rengi neredeyse kahverengi. Dudaklarımızı
suya değdirmekle yetiniyor, teşekkür ediyoruz. Ziyaret sebebimizle
ilgili konuşmak üzere izin istiyoruz, bizi dinlemek istediklerini
söylüyorlar.
Hayatımın
en önemli anı. Yıllar önce Nuh aleyhisselam'ın, Musa peygamberin, İsa
aleyhisselam'ın, alemlere rahmet Rasulullah efendimiz (Sallallahu Aleyhi vesellem)'in, ashabı Ebubekir (radiyallahu anh)'in, Etyopya kralı Necaşi'ye tebliğ eden Cafer bin Ebi Talip (radiyallahu anh)'in
kafirlere, müşriklere, hıristiyanlara söylediği sözler, onları Allah'ın
dinine davet edişleri, onların dudaklarından dökülenler, Allah'ın garip
bir kulu bana nasip oluyor. Allah'a, 'peygamberlerinin dillerinden güç, ashabın bağlılığından bir bağ, üstadımızın mübarek davasından bir nasib' için dua ediyorum.
'Sizler' diyorum, 'bildiklerinizden
sorumlusunuz. Bildikleriniz kadar sorguya çekilecek, bildikleriniz
kadar ödüllendirilecek yahut cezalandırılacaksınız. Sizleri, tek ve yüce
olan Yaratıcının gönderdiği son dine, hak dine davet ediyorum. Eğer bu
dini kabul ederseniz, sadece Allah'ın dinine girmekle kazanmış
olmayacak, sizlerden sonrakilerin de bu yol üzere olması sebebiyle
ödüllendirileceksiniz. Bu güne kadar yaptıklarınız affedilecek. Sizlere
yapılan tebliğ gibi binlerce topluluğa, kavme tebliğde bulunuldu.
'Bizler büyüklerimizi, babalarımızı bu dine tapar bulduk' deyip
reddedenler helak oldular. Kabul edenler, sonu olan bu dünyada da,
sonsuz ahirette de mutluluğa kavuştular. Bizler sizlerin Müslüman
kardeşleriniz olmak istiyoruz. Cennet olarak adlandırılan, yaratıcının
bizlere müjdelediği sonsuz mutluluğa sizleri davet ediyoruz. İslam,
güzelliklerin, paylaşmanın, tebessümün, sevginin dinidir. İslam, bizi
buraya 5000 km'den getiren, sizlerle buluşturan sebeptir. İslam, beyazın
siyaha, zenginin fakire, güçlünün güçsüze olan üstünlüğünü asla kabul
etmez. Allah katında tek bir üstünlük vardır. O da Allah'ın son dini
İslam üzere olmaktır. Eğer bu davetimizi kabul ederseniz, kurtulanlardan
olacaksınız.'
Bu
andan sonrası onlar için bir muhasebe ve iç çatışma seklinde oldu.
Şeytanın ve nefislerinin onlar üzerinde oynadıkları oyun adeta
gözlerimizin önündeydi. 10 dakika boyunca yaşanan yoğun bir tartışma
sonrası alınan karar bizlere bildirildi;
"Eğer bizleri ve çocuklarımızı eğitecek hocaları köyümüze gönderirseniz, sizin dininize girmek istiyoruz!"
Ne
büyük nimet Yarabbi! Ne büyük mutluluk. Ne büyük bir şeref. Ben ki,
Allah'ın hatası çok kulu, bu yaşımda Gana'nın bir köyünde İslamı tebliğ
bana nasip oluyor. Ayaklarım yere basmıyor. Kalbim yerinden uğrayacak
gibi. Ne dediğimi, ne yaptığımı hatırlayamıyorum.
Bana
burada düşen, Allah'ın bana nasip ettiği bu mübarek misyon. Bizler bunu
200 kişilik bir köye gerçekleştirdik. Ya sonrası? Yüzlercesi,
binlercesi, milyonlarcası?
Üstadımızın bizlere gösterdiği hedef büyük. Üstadımızın bizlere gösterdiği hedef mübarek; "Müslüman kişi, kendisini, dünyanın gidişatından sorumlu hisseden insandır."
Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir ülkesinin şehrinde ve
köyünde bir insan 'Allah' diyorsa ve karnı açsa, canı yanıyorsa, ben
Müslüman olarak ondan sorumluyum. "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir"
hadisi artık çapını genişletti. Komsu kişi, gittiğimiz kişidir, komşu
kişi konuştuğumuz kişidir, komsu kişi TV'de de olsa gördüğümüz kişidir.
Komşuluk artık bu ulaşım imkânlarıyla çehresini tamamen değiştirdi. Eğer
ki İstanbul'daki bir Müslüman, televizyondan bir Afrika ülkesini
görüyorsa, telefon edebiliyorsa, uçağa bindiği zaman gidebiliyorsa,
Afrika artik onun komsudur.
Üstadımız
Osman Nuri Topbaş'ın gösterdiği bu hedefler, biz talebelerinin yegâne
yol göstericisi olmalıdır. Her şeyin zekâtının ancak karşılığı ile
verildiği dünya hayatında, malımızın zekâtını nasıl malımızla
veriyorsak, gençliğimizin, gücümüzün, bilgimizin zekâtını da ancak
karşılığı ile vermeliyiz. Umulur ki Allah çabalarımıza bereket verir.
Ahmet Furkan KONAKÇI